2 Temmuz 2015 Perşembe

 GECEDEN DAHA YORGUN



Gün geceden daha yorgun…
Gözümün birisi kapalı,
Dolunayı uyutuyorum.
Cama vuran yağmur damlaları bozuyor sessizliğimi.
Hafif pembeye kaçmış laciverti,
Yüreği parçalı bulutlarla gökyüzü
Gülümsemeye çalışıyor acemice.
Dolunayı avutuyorum
Küsmesin diye geceye.
Aslında haksızlık ediyorlar gündüze.
Acılar gecenin hüznü zannediyorlar.
Oysa güneşin siyahı, bilen yok. 
Geceler uyuyor az da olsa,
Gün yorgun.



Aslında gün, geceden daha yorgun…
Kaçmak istiyor güneş de dertlerinden.
Gün batımı, sahilleri çağırıyor gelsin diye,
İkindiyi bekliyor sessizce.
Akşamsa yalnız,
Ve ölüyor bir geceliğine.
Gün geceden daha yorgun,
Gece sadece güne kırgın…


24 Şubat 2015 Salı

KAR KOKUSU



Kar kokusu gibisin,
Soğuk, yakıyorsun.
Ama yoksun...
Turuncu gökyüzünden düşerken
Bembeyaz teninin her bir zerresi
Avucuma dökülüyor,
Her seferinde yok olup gidiyorsun.
Kar kokusu gibisin, soğuk.
Yakıyorsun, ama yoksun...
Kar tanesi kadar narin tenin.
Dokunmaya ürkek, dokunmaya kıyamıyorum.
Geçtiğim tüm yollarda izin,
Adım atmaya korkuyorum.
Buz gibi bir nefes çekiyorum
Alev alev ciğerlerime.
Kar kokusu gibisin.
Soğuk...
Yakıyorsun,
Ama, yoksun...


28 Ocak 2015 Çarşamba

Geceyi Sen Geçe



Saatler geceyi sen geçiyor
Durdur beni dünya!
Haykıramıyorum…
Yokluğun kalbimde hükümsüz
Hüküm giymiş sevdalar
Düşman boynuna
Yıldızlar dolunaydan şımarmış
Göz kırpıyor hayallerime
Cümlelerim düşmüş,
Nokta koyamıyorum sana
Saatler geceyi sen geçiyor
Kalbimde yangın alarmı,
Acılar hat safhada
Gel diye haykıramıyorum.


Savur beni ey rüzgâr!
Uçmak istiyorum İstanbul semalarında
Kanadım kırık,
Uçamıyorum!
İzliyorum göz kapaklarımın içinde ilerleyişini
Saatler geceyi sen geçiyor.
Kalbimde düş kıyımı,
Her yer aşk revan olmuş
Kal diye haykıramıyorum.
Öldür beni ey İstanbul!
Sevmek istiyorum Kız Kule’ni
Kalbim buruk,
Sevemiyorum.
Göm beni boğazına düğüm düğüm
Boğulmak istiyorum, gece yarısında
Saatler geceyi sen geçiyor
Kalbimde umut ölümü
Her yerde sen var
Sev diye ölemiyorum…


11 Ocak 2015 Pazar

Yalnızlık


Yalnızlık kaç kişilik?
Kaç ruhu barındırabilirim odamda?
Bir başıma nasıl yaşarım yalnızlığı?
Benim yalnızlığım sendin oysa
Söyle, nasıl hissederim yokluğunu sen olmadan…
Bilir misin yalnızlığın aşka dâhil oluşunu?
Sahi sen söyle
Dakikada ayrı ayrı bin parça atarken kalp
Sence yalnızlık kaç kişilik?




Rüzgâr yakarken gözlerini soğuk soğuk
Kimin ceplerinde ısıtırsın ellerini?
Söylesene, nasıl yaşarsın yalnızlığı.
Ben birlikte yaşıyorum yokluğunla
Peki, sen kaç eksik sığdırdın hayatına?
Hiçlik yazabildin mi hiç defterine?
Yoksa yine yokluk mu okudun şiirlerimden?
Sen söyle, teklik kimlerle yaşanır en güzel?
Sahi, söyle yalnızlık sence kaç kişilik?
Yalnızlık! Sen konuş…
Onsuzluk kaç gecelik…



31 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Duble Sensizlik



Yine buradayım, yine yalnızım
Yine bir duble sensizlik içiyorum
Geçmiş mutlu günlere
Acınası hallere giriyorum morarmış gözlerle
Yine bir duble sessizlik içiyorum
Haykırıyorum acımı boş sevenlere

Birlikte yürüdüğümüz yollar
El ele tutuştuğumuz sokaklar
Öpüştüğümüz bankları görüyorum
Anılarda, rüyalarımda.
Yine bir duble sensizlik içiyorum



Yürüyorum Kanlıca sahili boyunca
Elim yana doğru açılmış sen var gibi
Bir parça sensizlik tutuyorum avuçlarımda
Mavi sonsuzluk kendine çekiyor beni
Sensizliğe tutunuyorum
Son parça canımı sıkıyorum taze anılarda

Yine bir duble sensizlik içiyorum
Saklıyorum seni hatıralarda
Öpüyor, kokluyorum.
Nefesimi tutuyorum
Kokun da gitmesin diye
Uzaklaşıyor gibi sanki her nefesimde
Kafayı buluyorum köşedeki meyhanede
Seni buluyorum hep oturduğum
Masaya oturunca karşımda
Bir yudum yokluğundan çekiyorum
İçime, kaybediyorum orada.


28 Aralık 2014 Pazar

Adını Sen Koydum



Aklın akıldan üstün olmadığı tek yerdir kalp
Ve aklımın yerden yere vurulduğu tek kalpsin
Senin suçun yok aslında
Durduk yere sana hayran kalan benim. 
Gözlerin sözleri değersiz kıldığı, 
Sözlerin gözleri yere göğe sığdıramadığı
Dilimin sağır, kulaklarımın âmâ,
Gözlerimin tat olduğu mecralardayım. 
Sen kalbimin ortasında,
Ben Kız Kulesi’nin karşısındayım.
Ölüme yakınım aslında
Umutsuzluk kapısındayım
Ve gözbebeklerimi fark edemeyeceğin kadar dibinde,
Senden kopamayacak kadar uzağında
Seni bekliyorum kaybetmenin eşiğinde...




İkircikler yaşıyorum seni sevmekle yaşamak arasında
Seni seçiyorum ama devam ediyorum yaşamaya. 
Eğer yaşamak denirse bu yaptığıma.
Güneşi ben batırıyorum Galata yanında
Kız Kulesi’ni seyre dalıyorum.
Seni ilk gördüğüm o yer var sen bilmezsin
İşte tam da orada seni hâlâ bekliyorum. 
Gelmiyorsun,  gelmeyeceksin biliyorum. 
Ama, amalarımı rafa kaldırdım ben
Beklemeyi belki de en iyi ben biliyorum. 
Çünkü, çünkü ben seni değil
Seni beklemeyi seviyorum. 




Sensizlikle düzenli bir ilişkim vardı. 
Böyle gitmezdi bilirdim. 
En sonunda ben de pes ettim. 
Gözlerimi kapattım üzerimde mavi bir çarşaf
Kefenimin olmayan cebinde umutlarım
Kalbimde hâlâ bir parça sen var. 
Üzerimden geçen her geminin adını sen koydum...

24 Aralık 2014 Çarşamba

Evlat


Geçmiş olsun evlat 
Belli ki sen de seviyorsun
Çok sevme evlat
Güzel sev sadece
Elif ol evlat
Elif gibi sev önce
Elif sev
Elif gibi bak bakabilirsen gözlerine
Derin olsun bakışların
Güzel olsun, uzak olsun
Bir bakışla gör kalbinden geçenleri
İstanbullu musun evlat?
Gerçi ne önemi var ki nerden geldiğinin
Buradasın sonuçta
Peki ya kalbin?
O da buralarda mı?
O nerdeyse sen oradasın zaten.
İstanbul'u sever misin evlat?
Kız Kulesi'ne bakarken dalar mısın uzaklara?
Onu mu düşünürsün saatlerce
Yoksa dört Elif miktarı özlemek yeter mi?
Bir Elif miktarı adını haykırmak iyi gelir mi kalbine
Gelmez evlat gelmez.
Sen martı ol evlat
Uç her vapurun ardından
İki Elif miktarı kadar mesafeden
Belki bi parça aşk atanın olur
Olmazsa da üzülme be evlat
Bu yolda ölmüş olursun fena mı..
Cenazeni boğazın suları yıkar daha ne?
Üç Elif miktarı denizde kalırsın
Sonra yaradan alır seni yanına
Sen Koca Sinan ol evlat
Sevdanı Mihrimah bilmezse dünya bilir
Sen güneşle ayı birleştir yeter
Elif görmezse sevdanı
Medcezirler şahit olur asra bedel
O yarım Elif miktarı sevmez belki de seni evlat
Ama sen incinme
Her bakışında koş ona
Her görüşünde dört Elif miktarı Kalbinin durak sayısı kadar sev...
Ona de ki;
Böyle sevmek benim suçum değil
Babam da annemi Elif gibi severdi...


Üstat

Ben de sevdim üstad
Kız Kulesi gibi sevdim
Şairin mektupları gibi
Serçenin yüreğiyle sevdim.
Derin baktım, uzak kaldım
Kilometrelerce dibindeyken bile
Aya sarıldım dua ettiğim gecelerde
Teselli versin diye.
Genç yaşta ak düşmüş sakalımı okşadım
Rüzgar nefesini verirken saçlarıma
Gözlerimden düşerken bir damla
Kum kaçtı diyip sessizce ağladım.
İstanbul'u severim üstad.
Dertler bindikçe omuzlarıma
Bakarım etrafa, anlarım tek ben değilim.
Çentik atıldıkça kalbime
Giderim Kanlıca Sahiline
Haykırırım acımı
Dalgalara dertlerimi yazar
Üflerim uzaklaşsın diye.
Ben İstanbul'um üstad.
Her gün damarlarımda boğaz turu yapar
Soranlara onu anlatırım
Her an aklıma onu yazar
Gece tarifesinden fatura çıkartırım kalbime
En afillisinden gözyaşlarıyla onaylanmış.
Kitap yazarım aşka şahit


Yirmi dokuz Elif'ten oluşmuş alfabemle
Her bir sözcük onu anlatır okuyana
Kimse anlamaz benim gözümden bakmayınca
Sevdanın tanımı budur iyi bak derim
Kimse okuyamaz
Her harfine üç Elif miktarı düşünmek gerek
Benim kaç Eliflerle yazdığımı,
Bu aşkı anlamak için.

Ama o Kız Kulesi üstad
İstanbul ona nasıl ulaşsın?
Ben İstanbul'um üstad.
Kız Kulesi bana kalsın diye
Ama o Kız Kulesi üstad.
Kimseye kalmaz, kimseye...
Elif gibi sevmek kar eder mi sanarsın?

23 Aralık 2014 Salı

Limandaki Son Yolcu


Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen.
Günbatımı gözlerime ziyafet çekerken, ılık güneş hafifçe ısıtıyor içimi.
Düşünüyorum sessizce,
Davetsiz gidişini...

Hiç gelmeyecek bir yolcuyu bekliyorum.
Bekliyorum sessizce vapurun yanaşmasını
Seveni bekliyorum.
Ben bekliyorum ya, ufuk bomboş hala...

Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen...
Rüzgarla konuşuyorum akşam serinliğinde.
Sakin sakin meltemi fısıldıyor bana.
O fısıldıyor, ben suskunca haykırıyorum adeta.
Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen,
Yalnızlığı paylaşıyorum hırçın dalgalarla...



Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen,
Kalbim paramparça, aklım hepten sende.
Yolunu gözlüyorum ufukta.
Bir duman bekliyorum turuncu gökyüzünde.
Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen.

Güneşin yarısı ufukta kayıp.
Tam ortasında bir karartı.
Bir şeyler kıpırdıyor duman gibi.
Gelmeyen gemi mi acaba diyorum.
Evet, gelmiyor gemi.
Boşuna bekliyorum öylece.
Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen,
Esaretin karartıyor içimi.

Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen.
Bir kişi bile yok, yapayalnız.
Hiç mi yolcusu olmaz bir geminin?
Hiç bekleyen olmaz mı?
Son kişiyim işte...
Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen...

Limandaki son kişiyim gelmeyen gemiyi bekleyen.
İşte sonunda geliyor gemi.
Ne de güzel görünüyor dumanı.
Güneş battı batacak.
Yaklaşıyor yavaşça gemi, yaklaşıyor ve demir atıyor.
Bekliyorum öylece inmeni.
Saatlerce, günlerce...
Gemi geldi ya, ben hala bekliyorum.
Limandaki son kişiyim gelmeyen sevgiliyi bekleyen...
Sevilmeyi bekleyen,
Beklemeyi seven...


22 Aralık 2014 Pazartesi

İstanbul Gibi

İstanbul'a âşık olmak zordur.
Zordur, kadını sevmekten daha fazla.
Zordur o trafiğin, geçim derdinin içinde Kız Kulesi'ne hayran kalmak.
İstanbul gibiyse kadın, kadına âşık olmak...
                


İstanbul'u sevmek zordur
İçinde milyonlarca dert taşıyorsan eğer.
Dertlerinin biri bitmeden,
Dertleşmeyi bilmeden.
Zordur katlanmak şehre, zorlukları sevmeden.
             


İstanbul'u görmek zordur.
Gerçek İstanbul'u görmek, zorluklar ardından.
Kulağında ezgiler olmadan,
Yüreğine girmeden kadın.
İstanbul'da sevmek zordur
İstanbul'u sevmiyorsan.
                


İstanbul zor şehir, seni sevmek gibi.
Kız Kulesi'nde seni beklemek, güneşi elime almak gibi.
Beni sevmen ayın konuşması,
Senden geçmem bana susması gibi.
Zor kadınsın İstanbul gibi.
Seni sevmek boğazda düğüm,
Kız Kulesi'nde ölüm gibi...


19 Aralık 2014 Cuma





Ben hep çocuk kalayım
Sen severek büyüt beni...
Büyümesin kalbim
Ağlasın gönlünce
Sıvazla derinden
Sev onu senle büyümüşçesine

Ben hep çocuk kalayım
Sen severek büyüt beni
Arada okşa saçlarımı
Şefkat besle muhtemel yaramazlıklarıma
Affet beni mesela tabak kırdığımda
Kulaklarımdan çek ama 
Öp aklımdan nazikçe

Ben hep çocuk kalayım
Sen severek büyüt beni
Bir tutam gülümse bana
Çocuğum ben hata yapayım
Hiç kimse dert değil, halimi sen anla
Ben hep küçük olayım
Sen severek büyüt beni

Ben hep çocuk kalayım
Sen severek büyüt beni
Çizgiler çizeyim anlamsızca
Sen boya gökkuşağı olsun
Ben harfler yazayım peşisıra
Sen adını oku aklımdan
Ben büyümek istemiyorum sensiz
Ben hep çocuk kalayım
Sen kalbinle büyüt
Sen severek büyüt beni...

Sen Hala On Yedi


Bugün senin doğum günün
Ve sen hala on yedi
Daha dün gibi hatırlarım tanıştığımız günü
Sen saçları dalgalı, boncuk gözlü kız
Ben naif, şair çocuk…

Büyümeyelim istemiştim o zamanlar
Şimdi geçmişe bakıyorum da, haklıymışım
Ne güzel severmişiz kalbimiz çocukken
İşte, bu yüzden içimdeki çocuğu büyütmüyorum ben!
Bugün senin doğum günün 
Ve sen hala on yedi…

Özlenesi zamanlardı aslında lise yıllarımız
Gülünesi, sudan sebeplerle gitmeseydin eğer
Güzel çocukluk geçirmişim derdim hep
Liseyi okuduğum şehri özlerim derdim 
Özlüyorum o şehri, ama korkuyorum gitmekten o yıllara
Ayrılığın yol dönümü…
Bugün senin doğum günün
Ve sen hala on yedi…

Birlikte ders çalışırdık sözde
Benim en güzel cevabım hep sen oldun.
Yine gelsen, yine olsan keşke diyorum bazen.
Ama gelsen, en güzel cevapsızım kalırsın 
Çocuk olamadığım zamanların gün dönümü
Bugün senin doğum günün
Ve sen hala on yedi

Rüyalarımda hep köprüler yapıyorum kalbine
Tam ortasına gelince, düşüyorum gerçeğe
Uyanıyorum kan ter içinde korkularla beraber
Ayrılığın tokadını yiyorum
Bu, vedanın sen görünümü
Bugün senin doğum günün 
Ve sen hala on yedi…

Büyüme istiyorum, hep o liseli kız kal içimde
O dalgalı saçlarını seveyim ilk günün heyecanıyla
Ama sen yine dinlemiyorsun beni
Ben kal dedikçe koşarak gidiyorsun geleceğe
O gelecekte ben yoktum bilmiyorsun
Eskiden de dinlemezdin beni zaten
Ama severdin bir nebze
Kalbinin çocuk olduğu zamanları özletiyorsun bana deli gibi
Bugün senin doğum günün
Ve sen hala on yedi

Gel, dönelim o güzel günlere
Büyümek kötü der büyükler
Özledim aşık yıllarımı, geri ver 
Dinliyorum eski aşk şarkılarımızı hasretimi dindirsin diye
Olmuyor şu günlerde, ayrılığın yıl dönümü
Bugün senin doğum günün
Ve sen bir ayrılık daha büyürken
Bugün ben hala on yedi…

18 Aralık 2014 Perşembe

                      Alışılmamışlıklarım...


İnsanın sevdiğini kaybetmesinin binbir türlü sonucu varmış. Kaybedince bunu öğretiyor da o sonuçların hepsini öğretmiyor hayat. Bir bir süzgeçten geçiriyor; hangisi uygunsa kaybedenin üzerine, onu ölçüp biçiyor, dikiyor kaderine. Ancak; nasıl bir kayıp olursa olsun, her sonuca uygun bir son hazırlamayı da ihmal etmiyor: alışmak...      
Alışmak, ağlamanın bir rutin olması aslında. Ağlamaya alıştıkça unutuyoruz da bir yandan o rutin ağlamayı. İnsan istese, denese de tek bir şeyi unutamıyor: alışmayı...

Zamansız yakalanıyor insan aşka. Bazen bir çift gözle başlıyor bir macera. Bazense iki cümleye sığan koca bir hayat hikâyesi. Tarifsiz bir heyecan oluyor yürekte, eğer ilkse giren. Yaşadıkça, yaşlandıkça alışıyor insan sevmeye bile... İlk gülüşü unutamıyorsa da ilk gülüşleri de hatırlamıyor yara aldıkça. Çünkü insanın kendisi değil de hayatına girenler olur hep gelmişini unutturan. Fakat herdaim kendisidir kendisini geçmişine alıştıran. Çünkü alışmak belki de çözüme benzemeyen en basit çözümüydü yaşanmışlıkların, içeride kalmışlıkların. Alışmak ağırdır aslında. İnsanı daha az yaralı,  daha hayata bağlı gösterse de içten içe kemirir geleceğini. Yine de mümkün değilse unutmak, son çare ağrı kesicidir alışmak...      
En acısı alışmak belki de. Daha acısı ise acıya alışmak... Aslında acıya alışmak yaşanmış acıları dindirmiş görünse de, yaşanmamışlıkları bile acıya dönüştürür. Daha sonra tatlı gelecek bile korkutur titrek yürekleri. Ve ardından dua ile başlayan 'gelecek gelmesin!' feryatları, acı acı akan zaman, delirmeye yüz tutmuş düşünceler, bir anlık deli cesareti, alışılmışın dışında bir vedaya hazırlanmak ve intihar süsü vermek eski alışkanlıklara ve yeni alışılmamışlara... Beceriksizlikle sonuçlanmış bir yokluğa alışma denemesi ve eksilere inmiş bir hayatı sıfırdan başlatmaya çalışmak... Umut can verir. İşte bu yüzden en zorudur tamamlanmayacağını bildiğin eksik bir hayata alışmak...      

Yazmak var alışmaya kardeş. Yazmak var alışmaya yardımcı, alışkanlıklara yoldaş. İşte bu yüzden rahatlatır insanı yazmak. Çünkü yazdıkça kafanı boşaltmış olmuyorsun, alışıyorsun. Yadırgamıyorsun ağlamayı ya da uzaklara dalmayı milyonlarca yalnız içinde. Zaten böyle değil midir hayat? Gözlerini diktiğinde uzaklara, aklına yazmıyor musun anılarını ya da yaşamak isteyip kursağında kalanları?.. Gözler kalem, kalp sonu olmayan bir defter yaşamak istediği olmamışları varsa insanın. İşte bu yüzdendir bulutsuz geceleri sevmek. Yaşayamadıklarımız ne kadar uzağımızdaysa, o kadar uzakta ararız okuyacağımız yıldızı. Bulutlar hayallerimizin önüne çöker sis perdesi olup. İnsan rahatsız olur yağmur getirmeyen bulutlardan. Havayı önce bozar, sonra boğar. Yine de şikâyetçi olmaz insan. Önce yakın hayaller arar, bulamaz. Bulutları yazmak ister yüreğine. Yazamaz. En sonunda alışır yine...      
Alışmak da sebep ister kendine. Malzeme ister. Durduk yere bir şeye alışamaz insan. Aslında alışmayı bilmez bile çoğu zaman. Asla alışmayı isteyemezsin. Bir bakmışsın, alışmışsın. Varlığına mı? Yokluğuna mı? Önemi yoktur pek aslında. Alıştıysan bir kere; olup olmadığı pek önemli değildir. Yazmak da böyledir bir bakıma. Sen yazdıysan o okumasa da olur. Çünkü yazdıkça alışırsın. İnsan yazmaya alışıyor da, yazdıklarına alışamıyor çoğu zaman. Yazılmışlarda hep bir eksik vardır çünkü. Okunmuşluğu yoktur alışılmışlıkların. Ben yazdıkça alıştım ve alıştığımı yazdım buraya. Baktığında göreceklerin ise sadece alışılmamışlıklarım...      

Ben yazmaya alıştım. Okursan yenisini yazar, ona da alışırım...

Yağmurlarda Islanalım…

Gel, yağmurlarda ıslanalım birlikte
Ben ısıtırım kalbini
Üşümeyiz sıcacık sevgilerle
Gel, yağmurlarda ıslanalım birlikte…

 

Birlikte koşalım Fethipaşa Korusu’nda
Terleyelim, dinlenelim.
Yorgunken bile gülümseyelim gözlerimizle
Gel, yaşatalım hayatı birlikte…
Yürüyelim yollarda el ele
Kıskandıralım kumruları
Bulutları selamlayalım gelsinler diye
Gel, yağmurlarda ıslanalım birlikte…

Derin bir sızı kalbimde geçmişimden kalan…
Gel, sen iyileştir bir bakışınla
Çare ol dermansızlıklarıma.
Derman ol kırık dertlerime
Birlikte ağlayalım gerekirse
Üzülelim, gülelim yeri geldiğinde
Gel, acılara dayanalım birlikte…

Taksim’den yürümeye başlayalım kol kola,
Galata Kulesi’ne çıkıp haykıralım aşkımızı
Köprüde balık tutalım, Mısır Çarşısı’nı arşınlayalım.
Bir teras bulup çıkalım gökyüzüne
İzleyelim İstanbulumuz’u doyasıya
Bir nefes çekelim rüzgarından
Gel, eselim denizlerde birlikte…

Vapura binelim Üsküdar’a geçerken.
Rüzgarlı, sıcak havaları denk getirelim
Meltem yalasın yüzümüzü ılık ılık, arka arkaya
Bir simit alalım, bölelim yarı yarıya
Ben bir ısırık alayım, sen paylaş martılarla
Gel, yürüyelim boğazda birlikte…

Birer bardak çay söyleyelim iki şekerli.
Birini çaya birini ağzıma atayım ben.
Birlikte gülelim çocukluklarımıza.
Gel, çocuk olalım birlikte…



Gel, yağmurlarda ıslanalım birlikte…
El ele tutuşup ayaklayalım yol boyu
Sarılarak yürüyelim Salacak Sahili boyunca
Düşen her yağmur tanesini sileyim
Her damlayı alayım şakaklarından başparmaklarımla
Gözlerine kilitli kalayım cenneti görmüşçesine
Gülüşlerine esir olayım, sen sözlerime
Saçlarına bir öpücük bırakayım nemli nemli
İçime çekeyim kokunu kana kana
Seveyim seni yana yana...

Gel, birlikte bakalım aşkın tadına.
Ellerini kaldırayım kalbim hizasına
“Bu eller!” diyeyim. “Bu eller, bana huzur kapısı…”
Gülümse toprak gözlerinle.
Gel, birlikte sevelim İstanbul’u
Bulutları unutmayalım sevinçten ağlayan.
Kız Kulesi’ni şahit sayalım bu sıcak yağmurlara
Gel, yağmurlarda ıslanalım

Gel, çocuk kalalım birlikte…